Facebook
  • Anasayfa
  • The Last Dance - Michael Jordan'ın Belgeseli
DİNLE

The Last Dance - Michael Jordan'ın Belgeseli

Michael Jordan için söylenmesi gereken çok fazla söz var. Birçok insan için en önemli spor figürü, basketbolda gelmiş geçmiş en iyisi. Ben Jordan’ı canlı izleyip yaptıklarına tanık olabilecek kadar şanslı değildim. Spor dünyasında çok önemli hikayeler vardır, yaşınız kaç olursa olsun dilden dile o hikaye size de ulaşır. Michael Jordan’ın özelliği bu çok önemli hikayelerin çoğunda başrol olması.  Onun hakkında okuduğum veya izlediğim her şey inanılmaz görkemli olsa da yaşım gereği Jordan ile ilgili olan düşüncelerim doğal olarak sınırlıydı. The Last Dance tam da bu yüzden çok beklediğim bir belgesel değildi. Geçtiğimiz günlerde 6.bölümü yayınlandı ve benim beklentilerimin fersah fersah üstüne çıktı. Olayların üzerinden 25-30 yıl geçmiş olmasına rağmen 90’larda Jordan’a canlı tanık oluyormuş gibi heyecanlandım ve Jordan’ın neden gelmiş geçmiş en iyisi olduğunu anladım. Peki The Last Dance’i bu kadar iyi yapan şey neydi?

Michael Jordan’ın NBA’ye adım atış zamanı aslında tam olarak dünyada  NBA’in yavaş yavaş yayılmaya başladığı ve sporun medyatikleşmeye başladığı zamanlara geliyor. The Last Dance de Jordan ve Chicago Bulls’a odaklanıyor.  1998 yılında koç Phil Jackson’a Chicago Bulls yöneticileri tarafından takım şampiyon olsa dahi son sezonu olduğu söyleniyor. O dönem MJ’nin Phil Jackson ile arası çok iyi olduğundan MJ başka bir koçla çalışmayacağını ve Phil Jackson giderse kendisinin de emekli olacağını söylüyor. Bu andan itibaren o sezon basın mensuplarınca tüm arkaplanıyla beraber kaydedilmeye başlıyor ve Phil Jackson son sezonu olduğundan bu sezonu “The Last Dance” olarak adlandırıyor. Belgeselin genel planında bu sezon olsa da Michael Jordan’ın lige girişinden Chicago’daki son sezonuna kadar tüm yaptıkları, o dönemdeki takım arkadaşları inanılmaz güzel bir şekilde anlatılıyor. En güzel taraflarından biri o dönem hakkında hiçbir fikri olmayan bir insan için bile olayları inanılmaz derli toplu bir şekilde vermesi. Mesela  Michael Jordan’ın NBA öncesi kolej kariyerini anlatırken bir anda o döneme sizi götürüyor, sonra bir anda 10 yıl atlıyor ve o dönemden bir hikaye başlıyor.  Sürekli bir zaman atlaması olsa dahi olaylardan hiçbir zaman kopmamanız anlatımın ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor. Örneğin Jordan’ın lige ilk giriş yılları ve ne kadar özel bir oyuncu olduğunu hemen göstermesi o döneme tanık olan koçları ve ailesi tarafından o kadar güzel anlatılıyor ki sanki canlı tanık oluyormuş gibi hissediyorsunuz. Bir anda 86’dan bir röportaj geliyor, sonra aynı kişinin günümüzden röportajını görüyorsunuz bu yönüyle günümüzden geçmişe bakan bir pencere gibi.  Özellikle 2.bölümde anlatılan Jordan’ın NBA’deki 2.sezonunda çok şiddetli  bir sakatlık geçirmesi ve o sakatlığı inanılmayacak kadar kısa bir sürede atlatıp kariyerinin bitme riski olmasına rağmen deli gibi oynama isteğinin anlatıldığı hikaye şimdiye kadar en beğendiğim hikaye oldu. Öyle ki o dönem Michael Jordan’ın oynamasına izin vermiyorlar çünkü bir kez daha sakatlanırsa kariyerinin bitmeme ihtimali yok ama Michael Jordan zorla sınırlı süre almaya başlıyor. Süresi bittiği an oyundan çıkartılıyor. Chicago Bulls o sene zor bela kendini play-off’a atıyor ve Jordan’ın süre sınırı kalkıyor. O dönemin açık ara en güçlü takımı Boston ile eşleşiyorlar. 

2.maç öncesi Michael Jordan o dönem Boston’da oynayan Ainge ile golf oynamaya gidiyor ve birbirleriyle fazlasıyla atışıyorlar. Bu Jordan’ı çileden çıkarıyor ve daha ligteki 2.senesinde dönemin en iyi takımı Boston Celtics’e 63 sayı atıyor ve NBA tarihine ilk kez o zaman bir play-off maçında atılan en çok sayı ile geçiyor. Bu rekor hala kırılamadı. NBA tarihindeki en büyük figürlerden Larry Bird’ün maç sonrası ikonik “Daha önce böylesini görmemiştim, sonrasında da görmedim. O Michael  Jordan değildi. Michael Jordan kılığına girmiş Tanrı’ydı.”  açıklamasıyla beraber hikaye daha fazla anlam kazanıyor. Jordan’ın yanındaki en önemli figürler Scottie Pippen, Dennis Rodman gibi figürler de uzun uzadıya anlatılıyor ve hiçbiri sıradan hikayeler değil. Dennis Rodman da burada anlatılamayacak kadar ilginç bir karakter, onun da problemleri çok güzel yansıtılmış. Anlatılanların birkaç perspektiften anlatılmasıyla beraber olay giderek etkisini arttırıyor. Hiçbir şey saf bir şekilde siyah veya beyaz değil tam olarak gri. Örneğin MJ’nin muhtemelen en nefret ettiği oyuncu olan Isiah Thomas da belgeselde çok büyük yer kaplıyor ve aynı olayı bir MJ bir Isiah Thomas anlatıyor. Sanki kendinizi ateşli bir tartışmanın içinde gibi hissediyorsunuz çünkü ikisine de sık sık birbirleri hakkındaki düşünceleri soruluyor ve ikisi de birbirinden nefret ediyor. Jordan’ın çoğu insan için tartışmalı olan rahatsız edici rekabetçiliği de her zaman ana planda. Normal bir takım antrenmanında bile ne kadar çıldırdığını ve takım arkadaşlarına ne kadar zalimce davrandığını görüyorsunuz. Kendisine en ufak olayda bile bir rakip yaratıp üzerine gidiyor ve asla karşılaştırılmaya tahammül edemiyor.  Bu rekabetçilik anlatırken insanların kendisini izlemeye geldiğinin farkında olması ve bu yüzden her zaman en iyisini sunması gerektiğini düşünmesi çok hoşuma gitti. Tam da bu yüzden kariyerinde görkemli olmayan tek bir an bile yok.  Bu hastalık düzeyindeki rekabetçiliği ve kazanma arzusunu çok güçlü bir şekilde hissediyorsunuz. Ne kadar kült bir karakter olursa olsun tüm yönleriyle gösteriliyor. Kumara olan düşkünlüğünden de bahsediliyor, kazanma arzusundan da ve en değerli olan kısım çevresinde insanların olmadığı zaman. Yalnız kalmaktan ne kadar hoşlandığını sık sık dile getiriyor. The Last Dance bu kadar önemli figürlerin normal hayatlarında aslında ne kadar yorulduklarını ve sürekli çevrelerinde insanlar olmasından zaman zaman ne kadar bunaldıklarını Jordan üzerinden çok tatlı göstermiş.

The Last Dance’i o kadar büyük bir heyecanla izliyorum ki herhangi bir kusuru olsa bile görebileceğimi sanmıyorum.  1998’e girilirken Phil Jackson’un takımdan gitmesini isteyen o dönem takımın yöneticisi olan Jerry Krause ile Jordan’ın hikayesi de ana plandaki hikayelerden biri. Krause Chicago Bulls’u bir takım olarak görmek yerine şirket olarak görüyor. Tam da bu yüzden Jordan ve Pippen Krause’den hiç hoşlanmıyor. Krause öldüğünden olayları Krause gözünden dinleyemiyoruz. Krause NBA’de ne zaman farklı bir oyuncuyu beğense Jordan bunu görev olarak benimseyip oyuncunun ne kadar kötü olduğunu kanıtlamak için ekstra oynuyor. Zaten kendisi de sık sık Krause’yi haksız çıkartmak için uğraştığını söylüyor.  Krause perspektifinden olayları dinlemeyi isterdim ama bu o kadar da büyük bir eksik değil. 6.bölüm sonrası söyleyebilirim ki The Last Dance net bir şekilde izlediğim en iyi şeylerden biri. Yukarıda anlattıklarım gibi 10’larca hikayeye sahip ve hepsi izlemesi inanılmaz güzel olan hikayeler. Sıkıldığım tek bir anı bile yok. NBA ile ilginiz olsun olmasın kesinlikle izlemeli ve Jordan gibi özel bir karakteri tanımalısınız. Zaten NBA ile alakası olmayan birinin bile izleyince sıkılma ihtimali olduğunu düşünmüyorum.

Türkçe
Ege Demirci
Sabancı Üniversitesi Lisans Öğrencisi