Bendeniz Sabancı Üniversitesi’nin en yeni sayılabilecek öğrencilerinden Rana. Hazırlığı bitirdiğim bir senenin ardından, size kısaca kendi küçük tecrübelerimden ve kampüs hayatından bahsetmek için, göze hiç bitmeyecekmiş gibi gelen yaz tatilinde sıcağı iliklerimde hissederek yazıyorum. Yaz tatili başladığından beri fazlaca boş vakte sahip olmanın bende yol açtığı “hiçbir şey yapamama” hali içerisindeyim, bu yazıyı yazmak da tembelliğimi kırmak için bir başlangıç noktası olsun dedim.
Bölüm Seçimi Özgürlüğü
Kendi adıma çok kararsız bir mizaca sahip olduğumu söyleyebilirim. Tam olarak bu sebepten tercih dönemim epey zor geçti ancak yeni öğrencilerin tercih dönemine yaklaştığımız bu günlerde doğru bir karar verdiğimi görebiliyorum. Özellikle de böyle kararsız bir mizacım olduğu için, Sabancı Üniversitesi benim için biçilmiş kaftan oldu. Geçen bir senenin ardından, hala bölüm araştırıyorum ve karar vermek için acele de etmiyorum, çünkü önümde bana tanınan yeterli bir sürenin var olduğunu biliyorum. Sabancı Üniversitesi’nde yeni girişli öğrencilerin tamamı ortak derslerin – matematik, fen ve insanlık tarihi gibi – görüldüğü bir sene geçiriyor. Aklınızda olan bölümün temel derslerini görerek tecrübe edebildiğiniz bu seneden sonra okuyacağınız bölümü seçebiliyorsunuz. Ama tabii ki bu demek değil ki kararını vermiş ve gelecekte yapacağı mesleği bildiğini düşünen kişilerin Sabancı Üniversitesi’nde yeri yok, aksine burası yine aynı sebepten, herkesin ortak olarak gördüğü hazırlık senesiyle kararlarınızı teyit etmek için en uygun yerlerden biri. Fakat siz de kararsızsanız veya birden fazla yöne istekli ve yatkın olduğunu düşünüyorsanız burada karar vermek için bolca vaktiniz olacağından emin olabilirsiniz.
Sabancı Üniversitesi’nde fakülte öğrencisi olmayı ve akademik yaşantıyı anlatma görevini benden çok daha tecrübeli arkadaşlarıma bırakıyorum ve benim için çok daha ilgi çekici bir alan olan kampüs hayatına geçiyorum. Sabancı Üniversitesi’nin kampüsü Tuzla’da, yani İstanbul’un merkezi sayılabilecek lokasyonlara hatırı sayılır bir uzaklıkta. Ancak Kadıköy ve Levent gibi merkezi yerlere okul servisleriyle kolayca ulaşmanız mümkün ve eğer bardağın dolu tarafını görmek için kendimizi zorlarsak – özellikle de benim gibi İstanbul dışı şehirlerden geliyorsanız – aylar sonra bile yaşadığınız şehri bir turist edasıyla ve aynı keyifle gezebilmeyi pozitif yönlerden biri olarak sayabilirsiniz. Zaten eğer yurtlarda kalacak olursanız dışarı çıkamadığınız zamanlarda da tüm ihtiyaçlarınızı kampüs içinde kolayca karşılayabileceğinizi göreceksiniz.
Öğrenci Kulüpleri Candır
Tüm bunların dışında, bence bir üniversiteyi en çekici hale getiren şey sosyal hayat ve kulüplerdir. Üniversite bünyesinde o kadar fazla aktif kulüp var ki, okulun ilk haftası gerçekleşen tanışma toplantılarında ilginizi çeken onlarca kulüp arasında tercih yapamayıp hepsine kayıt olma ihtimaliniz yüksek. Tabii ki ilerleyen zamanda o kulüplerin tamamında aktif olmak zor, bir noktada kafanızda bir eleme yapıp kendi rotanızı çiziyorsunuz zaten. Mesela ben sekiz,on kadar farklı kulübün postalarını aldığım halde yalnızca iki tanesinde aktif üyeyim ama yine de kendimi hiç toplantılarına gitmediğim bir kulübün etkinlik afişlerini asarken ya da üye bile olmadığım bir kulübün workshopuna giderken bulabiliyorum.
Kampüste Sanat Keyfi
Son olarak, Sabancı Üniversitesi’nin bana en ayrıcalıklı gelen yanından bahsetmek istiyorum: Sabancı Üniversitesi Gösteri Merkezi. Sabancı Gösteri Merkezi kampüsümüzün içinde bulunan ve haftada iki gün bize tiyatro veya konser seyretme imkanı sunan, üniversitenin en değerli tesislerinden biri. Tiyatro/konser gibi sosyal etkinliklerin çok yoğun olmadığı bir şehirden geliyorum ve bu sene izlediğim tiyatro sayısı hayatım boyunca izlediklerimden fazla oldu. Şehrin başka bir noktası için plan yaparken kafanıza takılan onca şeyi – trafik, ulaşım vs. – düşünmenize gerek olmadığını, gideceğiniz yere maksimum 10 dakikalık yürüme mesafesinde olduğunuzu biliyorsunuz.
Bu yazıyı yazma kararı ile birlikte gelen tutarlı olma isteğim benim de kendi içimde bir seneyi değerlendirmeme yol açtı ve belki de bunun için teşekkür etmeliyim. İyisiyle kötüsüyle görece az ama yine de değerli tecrübelerle dolu bir senenin hakkıydı bu, ders çalışmaya diye gidip sonrasında uyuyakaldığım kütüphanede geçen onca geceye ve kendime boşluk içerisinde yoğunluk yarattığım zamanlara uzaktan bakmış oldum ve objektif olmamın mümkün olmadığını fark ettim. Çünkü her yeni anı, bir mekan veyahut kişiyle arandaki bağı kuvvetlendiren bir etkiye sahip bence. Neticede ben, ayrılırken bahçedeki kirpiyle bile vedalaştım. Benim gibi birinin objektif olduğunu iddia etmesi saçma olurdu.
Sevgiler.
Rana Kocagöz
Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Lisans Öğrencisi