Facebook
DİNLE

Hayal Kurmak

Siz hangisisiniz?

 

Geçen gün bir arkadaşımla sohbet ediyordum. Üzerime, yarıladığım ara tatilin rehaveti çökmüştü; o ise yeni çıktığı bir komite görüşmesinin ardından, seçmeli staja başlayacak oluşunu kutluyordu. Hayallerden bahsediyorduk; hayal kurmaktan, kurduğumuz hayalleri gerçekleştirememekten, bu durumun üzerimizde bıraktığı izlerden. “Sen de gündüz düşü görenlerdensin.” dedi bana arkadaşım konuşurken, "Gündüz düşü nedir?" diye sordum. Anlatayım, eminim tanıdık gelecektir bu durum birçoğunuza.

Biraz Hayal Kuralım
 

Hayal kurmak nedir?

Hayal edin şimdi: Sabah 08.40 dersi için, bizim "amfi" dediğimiz, büyük sınıftasınız ama bu dersten sonra gününüz tamamen boş. Konuyu da biliyorsunuz ama hoca "TopHat" alacak yani belli derslerde yapılan ders ici küçük sınavlar/sorulardan yapacak diye dedikodular var. Bu yüzden mecburen derse geldiniz. Veya şöyle diyelim; cuma günü ders çıkışı 17.45 servisine bindiniz, öyle bir trafik var ki inip yürüseniz daha hızlı gideceğinizi düşünüyorsunuz, üstelik yanınıza kulaklığınızı almayı da unutmuşsunuz. Böyle bir durumda sizin de gözünüzün önünde bir film oynamaya başlıyorsa, siz de gündüz düşü görenlerdensiniz demektir. Ben buna gözü açık rüya görmek de diyorum aynı zamanda. Kimi zaman yıllar önce okuduğum ve zihnimde yer tutmuş roman karakterlerini oynatıyorum önümde açılan perdede, kimi zaman ise başrolde ben oluyorum. Kimi zaman çok ütopik hayaller kuruyorum, kimi zaman ise hayatın içinde her an gerçekleşebilecek olayların farklı farklı versiyonlarını gözümün önünde canlandırıyorum. Size tanıdık geliyor mu bu?

Arkadaşıma anlattığımda bu durumu yaşamayı korkutucu bulduğunu söyledi bana. Ve hayaller gerçekleştirilmek için mi vardır, yoksa anı yaşamak için midir başlıklı uzun bir tartışma konusu gündemimize oturdu. Ben sadece gerçekleşebilecek hayaller kurmanın benliğimizin içinde gizlenen arzularımızın ortaya çıkışını baltalayacağını savunuyordum, o ise ısrarla gerçekleşmesi mümkün olmayan hayaller kurmanın kişinin canını yakmaktan başka bir etkisi olmayacağını söylüyordu. Peki, insan neden kurduğu hayaller gerçekleşmediğinde canı yanar? Arzuladığımız her şeye sahip olmamız mümkün değil, sahip olsaydık bile eminim bir başka şey bulurduk ardından koşacak ve uğruna mutsuz olacak. Durum böyleyse, tozpembe hayalleri niçin mutsuzluklarımıza kılıf ediyoruz? Benim için kurduğumuz hayaller, hep yanımızda taşıdığımız bir şemsiyeye benziyor, yağmur yağdığında bizi ıslanmaktan koruyan sağlam bir şemsiyeye. Güneş ortaya çıktığında kapatıp çantamıza koyarız ama o yanımızda olduğu sürece bulutlu havaların geri gelmesinden asla korkmayız. 

Hayal Kurmak ve Edebiyat
 

Hayal kurmak zararlı mı

Tabii ki bu fikre herkes katılmayabilir. Hayal kurmak, kurduğumuz hayalleri içimizde barındırmak, gerçekleşmeyen veyahut kırılan hayallerle yaşamayı öğrenmek, her insanın farklı şekillerde başa çıkacağı bir hayat tecrübesi. Ama arkadaşımla yaptığım bu tartışma bana okuduğum edebiyat eserlerinde karşılaştığım ve hayallerle başa çıkmak için farklı yöntemleri seçen iki güzel karakteri anımsattı. İlki, Gonçarov’un Oblomov’u. Okumayanlar için anlatalım: Oblomov dış dünyaya açılmayı bir türlü beceremeyen, kendi başına bir iş yapamayan, hep hayaller kuran ancak bu hayalleri gerçekleştirecek cesareti içinde bir türlü bulamayan ve bu sebepten kurduğu hayalleri bir kuşun buğday tanesini vücudundan atışı gibi sindirmeden atan bir adam. Zaman içerisinde nasıl yaşanacağını bile unutmuş. Öyle ki, çevresindeki herkes onun bu huyunu öğrenmiş, hatta bunun bir hastalık olduğuna inanmış. Romanın bir bölümünde soruyorlar Oblomov’a, bu hastalığın adı nedir diye. Oblomovluk diyor. Oblomov da, Doğulu karakterlerin yazımı açısından görkemli yerini bu güzel temsille hala koruyor. Öte yandan ise Jack London’dan Martin Eden var. Martin Eden ise Oblomov’un tam tersi bir şekilde Batı’nın canlılığını ve rasyonelitesini temsil ediyor romanda. Başta Martin’i gemilerde çalışarak hayatını zar zor kazanan ve gelecek için başka planları olmayan bir adam olarak görüyoruz. Sonrasında hayal kurmak için bir neden giriyor hayatına, Martin aşık oluyor. Bu kadın için her şeyi yapabileceğine inanıyor, hayaller kuruyor ama Oblomov’unki gibi sindirilmeden atılan hayaller değil bunlar. Martin’in yaptığı, hayal kurmaktan ziyade hedef koymaya benziyor. Martin çalışıyor, çabalıyor, ve hayallerinin gerçekleşmesi için gücünün yettiği yere kadar koşuyor, hatta bu uğurda birçok şeyi feda etmekten de çekinmiyor. Martin ile Oblomov’un aynı masaya oturduğunu hayal edebiliyor musunuz? Ben elbette hayal edebiliyorum, ve inanın gördüğüm gündüz düşünden büyük keyif alıyorum. 

Yazıyı burada sonlandırırken başından itibaren amacımın hayal kurmayı övmek veya rasyoneliteyi yermek olmadığını hatırlatmak isterim. Sadece herkes kendi içine baktığında nasıl bir insan bulacak, bedenimizi kılıf yaptığımız temsiller kime ait bunu görmek istedim. 

Peki Siz Kimsiniz?

Doğu’ya mı aitsiniz Batı’ya mı? Martin misiniz Oblomov mu? Gündüz düşü görenlerden misiniz yoksa hayal kurmayıp hedef koyanlardan mı?

Diğer yazılarımız için blog sayfamızı ziyaret edebilirsiniz

Türkçe
Rana Kocagöz
Sabancı Üniversitesi Lisans Öğrencisi