Küçükken bir kitapta rastlamıştım ona ilk defa.
Küçük bir çocuğun dilinden yazılan kitapta kız şöyle diyordu: “Şimdi sizlere Cahit Zarifoğlu amcadan bir şiir okuyacağım, şiirin adı, böyle ol böyle söyle…”. O şiir bana o zamanlar o kadar uzun gelmişti ki sanki bir destan okur gibi hayranlıkla okumuştum. Sonrasında ne zaman bir Cahit Sıtkı Tarancı veya Cahit Zarifoğlu şiiri görsem aklımda hep aynı soru belirirdi: Hangisi benim Cahit amcamdı ya?
Yedi Güzel Adam'dan Biri - Cahit Zarifoğlu
Cahit Zarifoğlu amcamla bu tanışmamın ardından yıllar geçti ve bir gün Yedi Güzel Adam adlı bir dizi duydum, televizyonlarımızda edebiyatla ilgili tek dizi denebilir sanırım. Bir şiir ve şair sever olarak hemen diziyi izlemeye başladım ve dizinin sonunda dizide yer alan şairlerin hepsine hayran kalmıştım (Tabii dizi senaryosunun bu insanları sevdirmek için fazlaca eklemeler yaptığını da söylemeden edemeyeceğim). Daha sonra, bu şairlerin şiirlerini ve hayatlarını araştırmaya başladım. Nuri Pakdill ömrünü Kudüs davasına adamıştı, Anneler ve Kudüsler şiirindeki “Ben Kudüs’ü kol saati gibi taşıyorum” dizesi tam da bu davasına değiniyordu. Mehmet Akif İnan da pek farklı değildi, Mescid-i Aksa şiirinde sanki ruhu o mekanla bütünleşmiş, oranın acılarını ruhunda hissediyordu.
Cahit Zarifoğlu'nu Yorumlamak
Cahit Zarifoğlu’na gelince, o bambaşka bir dünyaydı. Onun bir şiir kitabını açıp okuduğumda, şair burda ne demek istiyor sorusuna cevap bulabildiğim o kadar az şiir vardı ki. Bir yandan dünyanın en güzel şiirini okuyorum, bir yandan da hiçbir şey anlayamıyorum ama kesinlikle okumak istiyorum. İşin ilginç tarafı dili de hiç ağır değil, hatta oldukça basit kelimeler içeriyor çoğu yerde. Hal böyle olunca önce kendimi sorguladım tabii, şiirden anlamıyorsun işte, bak neler yazıyorlar kim bilir ne manalar içeriyordur bu şiirler, sen abartıyorsun aslında anlaşılmaz değildir diye düşüncelere kapıldım. Ardından kitaplarına ve şahsına dair yazılan yorumları inceledim. İncelediğimde gördüm ki Cahit Zarifoğlu’ nu anlamayan tek kişi ben değilmişim. Onunla ilgili en güzel yorumları onu yakından tanıyan arkadaşlarından biri olan Rasim Özdenören ve oğlu Ahmet Zarifoğlu’ndan okudum. Rasim Özdenören, "İnsanlar şiirleri anlamak için bir alet istiyorlar ki ellerine alsınlar o aleti ve anlasınlar, halbuki ben bile onun şiirlerini incelemiş ve hakkında yazılar yazmış biri olarak onu tamamen anlamış değilim." diyor. Ardından ekliyor: "Bu şiirlere anlamak değil de tat almak için yaklaşılmalı, böylece okuyucu kendi birikimine göre anlamlar verebilir. Bu yüzden bu şiirlere kapalı değil çok anlamlı demek daha yerinde olacaktır. Onun şiirlerini altın cevherine benzetiyorum; altın o ham haliyle değil kuyumcunun elinde işlenince değerini açığa vurabiliyor." diyen yazarın çok beğendiğim bu benzetmesiyle bitiyorum Rasim Özdenören’in yorumlarını. Oğlu Ahmet Zarifoğlu ise, şiirlerindeki ve satırlarındaki kalpten gelen samimiyetin hem insana eşlik edip hem de sıkıntısını aldığını, ilaç gibi olduğunu söylüyor.
Son olarak da şairin dilinden kendi şiirine bakış açısından bahsetmek istiyorum. Kendisine şiirlerinin kapalılığı sorulduğunda, özellikle böyle bir amaçla yola çıkmadığını ama tarzının bu olduğunu söylüyor. Ayrıca, bunun sıkça sorulmasından da hoşlanmıyor. Ayrıca şöyle diyor: "Anlamı zor şiiri buzdağının amuda kalkmış halidir. Aslında uç kısmı anlam kısmı, gövde ve tabanı ise şiirin müphem yönü, derinliğidir. Herkes anlayışı kadar kavrar." Şairin bu örneğinde buzdağı örneği vermesi aslında hiç de tesadüf değil. Yazımın başlığında da yazdığı gibi, Cahit Zarifoğlu şiirlerini kızlara değil buzlara yazdığını söylermiş hep, buzdağının şairi. Onun hakkında daha fazla şey öğrenip kitaplarına, şiirlerine geri döndüğümde artık ben de şair "burada ne anlatmış" demekten ziyade "ben bu satırlardan ne cevherler işleyebiliyorum, buzdağının hangi yüzüne bakıyorum?" diye düşünerek onları okumaya başladım. Eğer bir Cahit Zarifoğlu şiirine halen göz atmadıysanız size de Türkçesi sade, manası derin şiirlerinin dünyasına dalmayı tavsiye ederim.